Merhaba ben Ela. Sekiz yıldır okçuluk yapıyorum. Annemin bir filmde ok atan kızı gösterip “Sen de böyle ok atmak ister misin?” demesiyle başladı her şey. Daha yay bile çekmeden annemin “Milli takıma girersen başka ülkelere yarışmaya da gidebilirsin.” dediğini hatırlıyorum. Yani ben milli takıma gireceğim diye başladım okçuluğa. Birkaç hafta sonra profesyonel okçuluk yapmak isteyip istemediğimi sormuşlardı. Hiç düşünmeden evet dedim, asla pişman değilim:). Aradan iki yıl geçti. Artık sıkılmaya başlamıştım. Antrenmanlara gittiğim için arkadaşlarımla görüşemiyordum, babam beni okuldan erken alıyordu. Bana “Tamam önümüzdeki yarışmaya git, sonra bırakırsın okçuluğu.” demişlerdi. O yarışmada ilk madalyamı almıştım. O anki mutluluğumu kelimelerle anlatamam.  Sonra okçuluğu bırakmaktan vazgeçtim. Daha sonra anladım; bir sporda, işte, alanda başarılı olmak istiyorsan bir şeylerden fedakârlık yapmalısın. Düzenli ve çok çalışmalısın. 

Okçuluğun birçok artısı var. Özellikle odaklanma konusunda. Bazen bir şeye o kadar odaklanıyorum ki odaklandığım şey dışındaki yerler gittikçe beyazlaşıyormuş gibi oluyor. Kulağa saçma geliyor olabilir. Genelde televizyon izlerken, paragraf sorusu çözerken veya karşımda konuşan kişiyi dinlerken oluyor. Bazı doktorlar çok hareketli bir spor olmaması açısından kalp hastalarına okçuluk yapmayı öneriyorlar. Bu yüzden okçuluğa başlayan birkaç sporcu tanıyorum. Aynı zamanda okçuluk sayesinde İstanbul’da yaşamama rağmen Türkiye’nin birçok ilinden arkadaşım var. 

Hedefim milli takıma girip dünya şampiyonu olmak. Bir gün bunları başaracağıma çok inanıyorum. Herhangi bir spor dalında derece alıp sevinen insanların videolarını izledikçe ağlarım. Ağlarım ama mutluluktan ağlarım. Sanki ben kazanmışım gibi… Orada kendimi hayal ederim. Bu yüzden ağlarım. İşte bu kadar inanıyorum kendime. Çok çalışıyorum. Haftada altı gün antrenman yaptığım oluyor. Yoruluyorum ama tatlı bir yorgunluk bu. Sevdiğiniz bir işi yapınca çok da yorulmuyorsunuz. Eskiden bahaneler uydurup antrenmanlardan kaçmaya çalışırdım, babam izin vermezdi. Hasta olsam bile eğer ayakta durabiliyorsam beni zorlaya zorlaya antrenmanlara götürürdü. “Seni zorla buraya getirdiğim için bir gün bana teşekkür edeceksin.” derdi sürekli. Haklıydı. Binlerce kez teşekkürler babama. Geçen yıl Türkiye rekoru kırdım. Bir sürü madalyam var. Babam beni çeke çeke antrenmana götürmeseydi belki de bu başarıların hiçbirine sahip olamayacaktım. 

Yani biraz toparlayacak olursam, başarı elde etmek için öncelikle inanmanız gerekiyor. Gerçekten başaracağınıza kalpten inanmalısınız. Çok çalışıp geri adım atmamalı, özellikle üzerine gitmelisiniz. Başkalarıyla değil kendinizle yarışmalısınız. Tek rakibiniz kendinizdir. 

Ela SITKI